8 Ekim 2016 Cumartesi

Büyü ve Sihir

Bilim, büyük bir entelektüel maceradır. Bilim yapmak için, gözlemler neticesi elde edilen delillere dayalı, sıkı bir disiplin ile şekillenmiş canlı ve yaratıcı bir hayal gücü gerekir. Doğaya bilim yoluyla meydan okuyabilecek kadar gelişmiş her medeniyette, bilim en iyi beyinleri kendisine çekmiştir. Çünkü bilim, her ne kadar gerekli olsa da, gerçekleri basit olarak biraraya getirmek değildir; bilim, bu gerçekler arasında kurulan mantık ilişkilerinden meydana gelen ve bir varsayım veya bir teori ortaya koymaya imkân veren bir sistemdir.


Bilim tarihini veya teorisini, büyü ve sihir ile başlar. Büyü, yalnızca belirli kişiler tarafından anlaşılabilen gizli bilgiler ile ruhlara olan inançların karışımından meydana gelmiş olan dünyaya bir cins bakış tarzıydı. Modern bilimin yanılmaz olduğunu ve mucizeler yarattığını düşünenler için büyüden bahsetmek garip, hatta kabul edilmez görünür. Bununla birlikte, doğa karşısındaki bu yaklaşımlar ilk bakışta tamamen farklı görünseler de, aslında bunların birçok ortak noktası vardır. Büyüyü esas alan bakış açısı, doğal âlem ile onun insanla olan ilişkisinin bir sentezini ifade etmenin meşru yoluydu. İlkel bir toplumda, bir büyücü, şaman veya büyücü hekim, yağmur yağdırmak için ayin yaparken, doğanın bir yönü ile diğeri arasındaki ilişkiye, yağmur yağması ile ekinin büyümesi, inandığını ve insanın yaşayabilmesinin doğanın davranışına bağlı olduğunu anladığını göstermektedir.

Büyücü, insan ile onu çevreleyen dünya arasında bir ilişki bulunduğunu kavramıştı; doğru yöntem uygulandığında, insan doğa güçlerine hakim olabilir ve onları kendi menfaati doğrultusunda kullanabilirdi.

Eğer âlemin, ruhlar ve animistik güçler tarafından yönetilen bir etkileşimler âlemi olduğu düşünülürse, büyü temelli görüş, doğal âlemdeki olaylar arasında ilişki kurmak için uygun bir araçtı. Ancak Eskiçağ'da Orta Doğu'da toplum geliştikçe, doğa olaylarının ayrıntılarına gösterilen ilgi, daha 'sağlam' bir bilgi şeklinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu arada, büyü yavaş yavaş gözden düştü. Büyünün mistik özelliklerinin kişisel amaçlar doğrultusunda kötüye kullanılması, büyücülüğün doğmasına sebep olduğu gibi, kamusal gayeler doğrultusunda kötüye kullanımı, güçlü bir rahip sınıfı yarattı, saf ve cahil insanları emellerine alet etti. Bu şekildeki bir gerileme, sırası gelince, eski Yunan filozoflarını tamamiyle büyü dışı bir yaklaşıma yöneltti ve filozoflar böylece, Batı bilim kültürünün çekirdeğini teşkil edecek düşünce tarzını ortaya koydular.

Bilimin bekçileri oldukları için rahipler, Eski Mısır'da olduğu gibi, çok kez yönetimde söz sahibiydi. İleride göreceğimiz gibi, bilim birçok ülkede takvim ve tarım yılı ile sıkı sıkıya bağlantılıydı. Bu tip bilgiyi elde bulundurmak, yönetmelikler ve denetlemeler vasıtasıyla toplum üzerinde güç sahibi olmak demekti. Öyle ki, bazı bilim dallarına -örneğin astronomi- ait bilgiler, devlet sırrı gibi, çok sıkı saklanırdı. Benzeri bilgileri sır olarak veya başka şekilde elde bulundurmak, yüksek sosyal mevki işaretiydi. Bu durum, daha sonraki bazı toplumlarda, örneğin Yunan toplumunda, bilimin pratik, elle yapılan ve denemeye dayalı yönüne nazaran, onun entelektüel yönüne çok daha büyük önem verilmesine sebep oldu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder